25 Aralık 2013

Atatürk "hayır! elimizdeki para millete aittir, milli mücadele parasıdır ve bu maksatla harcanacaktır" diyerek annesine "evdeki halıları, kilimleri satın!" cevabını göndermiştir.


Kurtuluş savaşı döneminde Atatürk’ün annesi kendisine telgraf çekip "paramız bitti oğlum Mustafa!" diye sıkıntısını belirttiğinde, yanındaki yaveri Salih Bozok "elimizdeki mevcut paradan gönderelim mi?" diye sormuş, Atatürk ise "hayır! elimizdeki para millete aittir, milli mücadele parasıdır ve bu maksatla harcanacaktır" diyerek annesine "evdeki halıları, kilimleri satın!" cevabını göndermiştir.

"Devlet parası ile vurgun yapanlara gelsin."



21 Aralık 2013

Zamansız Sözler - Halil Cibran

Yaşam bizi kaldırıp bir yerden bir yere taşırken, yazgı da bir noktadan diğer bir noktaya doğru sürükler. Ve bu ikili arasında sıkışıp kalmış olan bizler, bu nedenledir ki, ancak bizlere ürküntü verecek sesleri duymakta ve yolumuzda bir engel gibi dikilmekte olanları görmekteyizdir.

Güzel, görkemliliğin tahtına oturur oturmaz gösterir kendini bize; ama biz şehvet adına ona yaklaşır, onun saf ve temiz tacını parçalarız, çirkin girişimlerimizle kirletiriz, üstündeki şalı.

Sevgi, alçak gönüllülüğüne bürünmüş olarak geçer yanımızdan; ama biz ya korkulara kapılıp kaçarız ondan, saklanırız kuytuluklara, ya da izleriz onu, adına kötülüklerde bulunabilmek için. En akıllımız bile Sevgi'nin ağır yükü altında ezilir; ama gerçekte Sevgi, okşayıcı meltem kadar hafiftir.

Özgürlük, leziz yemeklerinden ve bereketli şarabından sunmak için çağırır sofrasına bizi; ama biz sofraya oturur oturmaz tıkanırcasına yeriz önümüze konulanları.

İnsanoğlunun gönlü yardımına koşacak birini arar; ruhu içini dökmeyi diler; ama biz tıkamışızdır kulaklarımızı onların feryatlarına ne duyarız, ne anlarız. Ve ‘deli’ deriz onlara kulak verip anlamış olanlara, üstelik kaçışırız yanlarından.

19 Aralık 2013

Bir demet şiir


Sokakta giderken
Sokakta giderken, kendi kendime
Gülümsediğimin farkına vardığım zaman
Beni deli zannedeceklerini düşünüp
Gülümsüyorum...Orhan Veli Kanık
 
bu acının bir tanımı olmalı
bana hiç söylenmemiş sözcükler gerek

gözlerime doluşan bu yağmur kuşlarının
her sevgiye bir tarih düşüren yanlışların
çıkmayan sokaklarda yitirdiğim düşlerin
bu acıyla buluşan bir tanımı olmalı

göğsünü kanırtarak oyan kör bıçak gibi
yaşanacak herşeyi dünde unutmak gibi
ömrünü kayalardan fırlatıp atmak gibi
kendinde kaybolmanın bir tanımı olmalı

toprağı gökyüzüne savuran depremlerden
bütün evleri birden sürükleyen sellerden
geriye bir başına kalan ihtiyar gibi
acıyı solumanın bir tanımı olmalı

güneşin ortasında karanlık olmak gibi
kuruyan bir denizde sessizce yanmak gibi
ıpıssız bir evrende tek canlı kalmak gibi
bu çılgın yalnızlığın bir tanımı olmalı

sevdiğinin yüzüne son kez değercesine
söylenecek hiçbir şey kalmadı dercesine
en uzak tınıları boyayarak sesine
"hoşçakal" demenin de bir tanımı olmalı

ben ne söyleyeceğim şimdi yelkenlerime
bana rüzgâr dilinden sözcüklere gerek...Ayten Mutlu
Rüzgara Yakarı
mutsuz göğün yakıcı soluğu rüzgar

kat erimiş kararımızı kendine

ve uzak tut güçsüzlüğü bizden

hatırlar mıyız eskil bir kapı üstündeki gökkuşağını

görmüş müydük? ne zamandı

daha ılık zamanlardı sanki

sözün daha biz olduğu, bizim biz

yıkım tehdidinde bir el bekleniyor rüzgardan

alsın bizim değişmez bedenimizi kendine

ve başkalarının değişmez ruhunu sürüklesin

bilinmez yok mu edilir ölümcül ova

bir türlü egemen olamadığımız? kaç türlüydü

düzlüğü boğucuydu sanki; hiç sözsüz

bizimse biz gibi yöresinde hiç duramadığımız

oyunsa gök ve rüzgar

mutsuzluğu göğün, şiddeti rüzgarın

kim ekler kendine uçtu uçacak düşüncemizi

ve ne yakın kılar gücünü bize aydınlanabilir gecenin

bizim söz, sözün biz olduğu...Nilgün Marmara


LEYLAKLARINI ANLATIYORUM
Leylak getiriyorsun bana güneşli bir gün
Onu saçlarından topladığın belli
Bir leylak bahçesisin karşımda

Böyle kucağında kalsa daha iyi
Bir vazoya bırakıp gidiyorsun
Sen gidiyorsun leylaklar kalıyor mu sanki
Önce renkleri gidiyor arkandan
Nesi varsa gidiyor soyunarak

Her vazoya baktıkça karşımdasın ne tuhaf
Her kokladıkça dönüp dönüp geliyorsun
Düşünceler gibi filizleniyorsun gün geçtikçe
Yaprak yaprak gelişiyorsun
Leylak leylak bakıyorsun gözlerimin içine
Ölümsüz bir mevsim oluyorsun...Rıfat Ilgaz

  Susarak
güneş altında söylenmedik söz yokmuş
bu yüzden geceleri söylüyorum sevdiğimi
ne gece ne gündüz yokmuş söylenmedik söz
ben de söylenmişleri söylüyorum yeni biçimde
hiç bir biçim kalmamış dünyada denenmedik
ben de susuyorum sevgimi saklayıp içimde 
duyuyorsun değil mi suskunluğumu
nasıl haykırıyor...
susarak sevgisini ilan eden çok var sevdiğim
ama bir başka seven yok
benim sustuğum biçimde...Aziz Nesin
 
 
Melankoli
Ey sokaklarında yıllarca avare dolaştığım
İçinde ilk aşkımı yaşadığım küçük şehir
Umutsuz akamlarımda sesini duyduğum lir
Sihrinde ilk acıyı tattığım

Ey sarhoş akşamlarımın biricik tesellisi
İlk şiirlerimdeki biricik dert ortağım fener
Soğuk kış geceleri ısındığım kalorifer
Gitgide uzaklaşan tren sesi

ey en masum arzularımı gizleyen oda
Yıldızlarla dost eden küçük pencere
Her akşam gönlümün dilediği yere
Götüren sihirli araba

Ey en içli en yanık türkülerimi duymayan
rüzgarı saçlarımı dağıtan sokak
Ve ey saçı ak gönlü ak
Anneciğim pencerede ağlayan

Ah biliorum güç gelecek sizlere
Ama artık gitmek geliyor içimden
Bir sabah masmavi bir bulutun peşinden
Dönüşü olmayan yerlere...Ataol Behramoğlu
 
 
ÜŞÜMEKTEN DEĞİL KORKU
Yorgun savaşçılarız, yengiler eskitti bizi
Utanırız tadına varmaktan içkilerimizin
Biri bütün güneşleri toplar, vermeye bekletir
Üşümekten değil korku, ısınır olmaktan
Yorgun savaşçılarız, sevgiler ürküttü bizi
Tutulmuş dağ yolları oklar ve tuzaklar
Biri dostluk adına bağışlar çirkinliğimizi
Düz yollara düşeriz yeniden oksuz ve tavşansız
Yılgın savaşçılarız, sevgiler ürküttü bizi...Gülten Akın
 
ONUN TÜRKÜSÜNÜ, GUEVARA’NIN
Dağların ve nehirlerin
Türküsünü söylemek istiyorum
Büyük gökyüzünün ve kırların.
Mavi bir çiçeğin türküsünü söylemek istiyorum
Umudun ve sevdanın.
Kahraman bir yüreğin türküsünü söylemek istiyorum
Aslan türküsünü Guevara’nın.
Odalar ve sofalar kuşatmış beni
Sandalyeler masalar tabaklar
Gökyüzü kuşatmış beni içim daralıyor
Gelenekler korkular kuşkular
Kuşatmış beni
Rotatifler silahlar yasalar
Ah akşam oluyor
Sevgilim, aşkım benim
İniyor dağlara
Örtüsü gecenin
Bir çocuk durmadan
Büyük nehirleri özlüyor
Kaybolmuş sevinçleri özlüyor
Bu yürek durmadan
Geçiyor dağlardan
Gölgesi çetelerin
Körlerin ve yetimlerin
Türküsünü söylemek istiyorum
Yavrusu ölmüş ananın
Hastaların türküsünü söylemek istiyorum,
Hapiste yalnız bir adamın.
Sevgili bir yüreğin türküsünü söylemek istiyorum
Kardeşimin, Guevara’nın
Ah, nasıl da acı
Böyle susup durmak
Kötüler cellatlar elinde
Bunalırken güzelim halk
Fabrikalar yanlış çalışırken
Yanlış ekilirken toprak
Ayak, olmuşken baş
Baş, olmuşken ayak
Kavganın ve hürriyetin
Türküsünü söylemek istiyorum
Gür bir akışla akacak kanın
Eşitliğin türküsünü söylemek istiyorum
Halklar adına yükselen sancağın.
Sadeliğin, inceliğin, onurun
Türküsünü söylemek istiyorum
Onun türküsünü, Guevara’nın
1968
Ataol Behramoğlu
 
 
Arada
Güz güneşi benzeşiyor bahar güneşiyle
Biri kışa girerken biri kıştan çıkarken
Biri yeni bir aşk öncesinde bir kederden sonra
Biri biten bir aşktan sonra kedere girerken
Ataol Behramoğlu
 
  Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
   Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
   Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
   Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

   İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
   Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
   Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
   Kopmaz kökler salmaktır oraya

   Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
   Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
   Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
   Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

   İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
   Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

   İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
   Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

   Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
   Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
   Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
   Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

   Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
   Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
   Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
   Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

   Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
   Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
   Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
   Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana...Ataol Behramoğlu

18 Aralık 2013

Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi "Başkaldıran İnsan"

 Çağımızın önemli ve insanı bunaltan sorunları karşısında başkaldırma felsefesini bir çıkış yolu olarak gören Albert Camus, çağdaş çağdaş bir sanatçı-filozofdur. Camus, dekorların giderek daraldığı bir dünyada insanlık durumunun gittikçe derinleşen trajedisine parmak basıyor ve umuda doğru bir başkaldırıdan bahsediyor. Dünyayı akla aykırı olarak gören ve insan bilinci ile dünya arasındaki kopuşu absurde olarak niteleyen Camus, ölümle birlikte herşeyin birgün sona ereceğini bile bile umutsuzluğu ve karamsarlığı değil de, umudu ve yaşama aşkını temsil ediyor ve iki büyük dünya savaşıyla olumsuz etkileri devam eden krizlerin insanlık bilincinde açmış olduğu yaraları sarmaya çalışıyor.
 
* * *
 
 Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi 
Artık ne kölelelik nede güç erişebilecek mutuluğa, efendiler hırçın, köleler asık suratlı olacak.
 Hayatın yaşamaya değer olup olmadığına dair bir yargıda bulunmak, felsefenin temel sorusunu yanıtlamak demektir.” diyen Albert, varoluş kavramının yaratıcıları Sartre ve Camus’nün fikir ayrılığı yaşadığı konulardan biri tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Sartre intihara reddediş Camus ise teslim oluş tanımını yapıyor. Yani Camus yazı hayatının bir döneminden sonra intiharı çözüm yöntemi olarak göstermekten vazgeçip “başkaldırıyı alternatif olarak sunmaya başlıyor. Varlık varoluşunun sebebini ararken güçsüz düşerse cevapsızlıklarıyla, başkaldırmalıdır hayata. Camus’nün etkilediği yazarlardan biri olan Nietzche’nin nihilizm olgusunun doğal sonucu olan ölümü değil de başkaldırıdır savunduğu. Toplum içinde ekonomik ve sosyal etkenlerin yardımıyla yalnız bırakılmış, ruhu adeta mengeneyle sıkılmış nefes almaya dahi zorlanan varlık için varoluşçuluğa (existentialisim) göre intiharı düşünmekten başka yol kalmamıştır. Dostoyevski’nin “tanrı yoksa her şey mubahtır”cümlesiyle de anlatmaya çalıştığı gibi varlık kainat içinde başıboş ve çaresizdir. İşte Camus bu olguya karşı gelmekte ve yarattığı “saçma felsefesiyle” bir anlamda başkaldırıya hoş geldin demektedir Camus’nün sıkıntılarla başlayan hayatı yine savaşlarla ve siyasi çalkalanmalarla devam etmiştir. Cezayir’in Fransa karşıtı ulusal kurtuluş cephesini desteklememesi halktan ve entelektüel sınıftan eleştiriler almıştır. Komünist partiden Troçki yakınlığı nedeniyle atılmıştır.

“Absürt kelimesinin kötü bir geçmişi var ve bunun beni rahatsız ettiğini itiraf ediyorum. Absürt`ü Sisifos Söyleni`de ele alırken, bir metod arıyordum doktrin değil. Sistemli bir şüphe pratiği yapıyordum. Daha sonra bir şeyler inşa edebileceği düşüncesiyle “tabula rasa” yöntemini kullanmaya çalışıyordum. Eğer hiçbir şeyin bir anlamı olmadığı varsayarsak, dünyanın absürt olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Fakat gerçekten hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok muydu? Bu noktada kalabileceğimize hiçbir zaman inanmadım.”

1957 yılında “insan bilincini çevreleyen meseleleri en parlak ve dürüst bir biçimde yansıttığı” için Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı. Ölüm tarihine çok yaklaşmışken aldığı bu ödülle düşünce ve yazı dünyasını taçlandırmış oldu. Yazarın tüm hayatı gibi ölümü de oldukça ilgi çekiciydi. Günümüzde onun ölümüne hala intihar yakıştırması yapanlar var. Çünkü; bir sohbet sırasında en absürt ölüm biçimini sorduklarında trafik kazası yanıtını veren Camus, 1960 yılında yayınevi sahibi Gaston Gallimard ile Paris’e giderken trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Trafik kazalarından çok korkan Camus’ yü bu yolculuğa Gallimard ikna etmiştir. Nitekim kazanın ardından cebinde Paris’e dönüş için tren bileti bulunmuştur. Yaşarken çok yakın ama bol tartışmalı bir arkadaşlık sürdürdüğü Sartre dahi ölümü ardından isyan etmiştir: ”Camus’ yü öldüren kazaya rezalettir diyorum; çünkü bu kaza, insancıl dünyada, en derin gerekliliklerimizin uyumsuzluğunu ortaya çıkarıyor. Camus yirmi yaşında iken, ansızın kapıldığı yaşantısını altüst eden tüberkiloz, uyumsuzu -insanın budalaca yokluğunu- buldu. Alıştı buna, dayanılmaz koşulunu düşündü ve kendisini kurtardı. Bu iyileşmiş hasta, beklenmeyen ve dışarıdan gelen bir ölümle çiğnendiğine göre, yalnız ilk yapıtlarının gerçeği söylediği zannedilebilir. Buna göre uyumsuzluk, ne kimsenin ona, ne de onun kimseye sorduğu sorudur; sessizlik bile denemeyecek, hiçbir şey olmayan bir sessizliktir…

Başkaldıran İnsan – Bölüm-1
1- Politik özgürlük kavrmı;  insanda,insan kavramının gelişmesini sağlar. 
2- Özgürlük olgusu, insanın özgürlük bilincine oranla gelişmemiştir. Başkaldırı haklarının bilincine varmış kişinin işidir. 
3- Kutsal yapı başkaldıran insanın önüne bir engel olarak çıkmıştır. 
4- Başkaldıran insan, kutsalın öncesinde yada sonrasında yer alan, bütün yanıtların insansal, yani akla uygun olarak belirlenmiş oldugu bir düzen isteyen insandır. 
5- Kutsalın ve salt degerlerin ötesinde bir davranış kuralı bulunabilir mi? başkaldırının getirdigi soru budur. 
6-İnsanların birbirine baglılıgı başkaldırı edimine dayanır. 
7-İnsan varolmak için başkaldırmak zorundadır ama başkaldırının kendi kendinde bulundugu, insanların üzerinde birleştikçe varolmaya başladıkları sınıra saygı göstermesi gerekir. öyleyse başkaldırmış düşünce belleksiz edemez:  o sürekli bir gerilimdir. 
8- Başkaldırı anlayışında dünyanın uyumsuzlugu ve görünüşteki kısırlıgı vardır. uyumsuz deneyimde, acı çekme bireyseldir. 
9- Başkaldırıyoruz, öyleyse varız. 
10- Bazen insan kendi durumu içerisinde kendine biçilene karşı çıkarken bazı insanlar insan olarak kendisine verilene karşı çıkar yani ikincisinde insanı degersiz kılan herşeye başkaldırı sözkonusudur. birincisinde bireysellik, ikincisinde ise evrensellik söz konusudur. 
11- İnsanlar, herkeste herkesce benimsenen ortak bir degere dayanamıyorsa, insan için insan anlaşılamaz kalıyor demektir. Ayaklanmış insan, bu degerin açıkça benimsenmesini ister, çünkü sezer yada bilir ki, bu ilke olmazsa yeryüzünde karışıklık ve cinayet egemen olacaktır. 
12- Dogaya başkaldırmak,kendi kendimize başkaldırmakla birdir. Başını duvarlara vurmaktır. 
13- Tutarlı olan biricik başkaldırı intihardır. 
14- İnsanın karşı çıkışına anlam veren tek şey,her şeyin yaratıcısı,dolaysıyla herşeyden sorumlu olan kişisel tanrı kavramıdır. Böylece çelişkiye düşülmeden başkaldırının tarihinin batı dünyasında,hristiyanlık tarihinden ayrılamayacagı söylenebilir. Gerçektende başkaldırının geçiş düşünürlerinden, hepsinden daha derin bir biçimdede Epikuros ile Lukretius’ta dile gelmeye başladıgını görmek için ilk çag düşüncesinin son anlarını beklemek gerekir. 
15- İnsanların bütün mutsuzlugu, kendilerini kalenin sessizliginden koparan, kurtuluş bekleyişi içinde surlara atan umuttan gelmektedir. 
16- Tanrıları unutalım,hiç düşünmeyelim onları, o zaman ” ne günün düşünceleri, nede geceki düşleriniz sıkıntı verir size.”

1- En çok kuşkuyu duyan ruh, en büyük yazgıcılaga sarılacaktır. 
2- Tanrının bir insan olması için, umudunu kesmesi gerekir. 
3- Dinler tarihinde,  öldürmenin bir tanrı ayrıcalıgı oldugu görülür. 
4- Doga,yaratmak için yoketmek gerekir ilkesine göre işler. 
5- Sınırsızca arzulamak, sınırsızca arzulanmayıda benimsemek demektir. Yok etme serbestligi, yok edeninde yokedilebilmesini içerir. Öyleyse çarpışmak ve buyruk altına almak gerekecektir. Gücün yasasından başka bir şey degildir bu. Dünyanın yasası, dünyayı güç istemi yönetir. 
6- Hiçbir şey yokedilemez, Bir kalıntı mutlaka kalır. 
7- Cellatlar, gözleriyle birbirini tartarlar. 
8- Başkaldıran insan, kendini suçsuz buldugundan kötülükle savaşmak için iyilikten vazgeçer ve kötülügü yeniden yaratır. 
9- Romantikler, yanlızlıkta böyle güzel söz etmişlerse; yanlızlık gerçek acıları oldugu, katlanılamıyacak acı oldugu için söz etmişlerdir. 
10- Faşizm ile Rus Komünizminin ereklerini özdeşleştirmek dogru olmaz. Birincisi celladı celladın kendisinin göklere çıkarışını simgeler; ikincisi,daha acıklı bir biçimde celladı, kurbanların göklere çıkarışını. Birincisi,bütün insanları kurtarmayı hiçbir zaman düşlememiş, ancak geri kalanları boyunduruk altına alarak birkaçını kurtarmayı düşünmüştür. ikinci, en derin ilkesiyle bütün insanları geçici olarak köleleştirerek hepsini kurtarma eregini güder. Yönelimindeki büyüklügü kabul etmek gerekir. Buna karşılık, ikisininde seçtigi yolları siyasal aldırmazlıkla özdeşleştirmek yerinde olur. Her ikiside aynı kaynaktan aktöre yoksayıcılıgından çıkarmışlardır bu aldırmazlığı.

1- Bugün yoksayıcılar tahtlarda,devrim adına dünyamızı yönetmeye kalkan düşünceler, boyun egiş ülküleri oldu, başkaldırı düşüngüleri degil. işte bu nedenle çagımız, kişileri ve kitleleri yoketme tekniklerinin çagıdır.
 2- Devrim,yoksayıcılıga boyun egerken, başkaldırı kaynaklarının karşısına geçti. Ölümden ve ölüm tanrısından nefret eden kişi olarak, ölümden sonra yaşamdan umudunu kesen insan, İnsan türünün ölümsüzlügünde kurtuluşa ermek istedi.ama topluluk dünyaya egemen olmadıkça,yine ölmek gerekir.
 3- Yaşamın yüzü igrençse,ölümsüzlügün geregi ne?
 4- Yıldırı,kin dolu yanlızların insan kardeşligine sundukları saygıdır.
 5- Her devrimci ya ezen kişi yada sapkın olur sonunda.seçtikleri tümüyle tarihsel evrende, başkaldırıda,devrimde aynı ikileme çıkar;ya polislik ya çılgınlık.
 6- başkaldırı ilk gerçekliginde,tümüyle tarihsel hiçbir düşünceyi dogrulamaz. Başkaldırı birlik ister, tarihsel devrimde tümlük.birincisi bir “evete” dayanan “hayır”dan yola çıkar, ikincisi salt yoksamadan yola çıkarak çagların sonuna atılmış bir “evet”i yaratabilmek için bütün köleleikleri bagrına basar.biri yaratıcıdır, öteki yoksayıcı. Birincisi gittikçe daha çok varolmak için yaratmaya adanmıştır, ikincisi daha iyi yoksaymak için üretmek zorundadır. Tarihsel devrim durmamacasına yıkılan şu bir gün varolma umudu içinde eyleme yönelir.
 7- Bütün başkaldırmış düşünceler bir söz sanatı yada kapalı bir evren içinde belirlenir.
 8- Sanatçı kendi hesabına tekrar tekrar yeniden kurar dünyayı.sanatçı,doga kargaşalıgından kafa ve yürek için yeterli bir birlik çıkarır.her sanatçı bu dünya taslagını yeniden yapmaya eksigini tamamlayarak ona bir “biçem” katmaya çalışır.
 9- Sanat gerçege karşı çıkabilir ama gerçekten kaçamaz.
 10- Sanat tüm çagların sanatı olamaz, tam tersine çagıyla belirlenir o.

1- Tarih her türlü ilkenin dışında, devrimle-karşı devrim arasında bir savaştan başka bir şey degilse, bu iki degerden birsini benimsemekten başka çıkar yol yoktur, ölümde buradadır dirilişte.
 2- Adalet istegi yüzyıllar boyunca devrim tutkusunu haklı çıkaran tek istek degildir devrim aynı zamanda herkese karşı bir acılı dostlık geregine dayanır. Adalet için ölenler, bütün çaglarda, birbirlerine “kardeş” demişlerdir. şiddet, Hepsi için ezilmişler toplulugu adına, yararına, düşmana yöneltilir. Ama devrim tek degerse, her şeyi ister, hatta hafiyeliği, dolaysıyla dostluĞun kurban edilmesini bile. Bundan böyle şiddet, soyut bir düşünce yararına, dost-düşman demeden herkese yönelecektir.
 3- İki insan ırkı. biri yanlız öldürür ve bunu canıyla öder. öteki binlerce cinayeti dogrular, buna karşılık onurlandırılmayı benimser.
 4- Artık ne kölelelik nede güç erişebilecek mutuluĞa, efendiler hırçın, köleler asık suratlı olacak.
 5- Eylem adamları inançsız olunca,eylem devinisinden başka hiçbir şeye inanmamışlardı Hitler’in savunulamaz çelişkiside sürekli bir devinim ve bir yadsıma üzerine degişmez bir düzen kurmak istemiş olmasıdır.
 6- Herşeyden umut kesmiş olanlara inanç verebilecek olan şey uslamlar degil,yanlız tutkudur.
 7- Tek değer devrim oldumu hak yoktur,  görevler vardır yalnız.
 8- Gelecek, ateistlerin biricik aşkınlığıdır.
 9- Çagdaş nihilizmin iki ayrı yüzü; biri burjuva, biri devrimci.
 10- Yirminci yüzyılın gerçek tutkusu köleliktir.

Başkaldıran İnsan – Bölüm-2
1- Gerçek başkaldırı, degerler yaratmada başarılı oldugu zaman başarılı ve anlamlıdır.
 2- Başkaldırı ya herşeyi ister yada hiçbir şeyi.
 3- Dünyanın bütün bilimleri çocukların gözyaşlarına degmez.
 4- Ayaklanma tüm rahatlıkları yadsıyan bir çiledir.
 5- Ayaklanan insan ancak bencillikleri kendi bencilligi ile birleştigi ölçüde yada birleştigi sürece uyacaktır öteki insanlara.
 6- İster yükselsin ister alçalsın başkaldıran adam gerçek varlıgının tanınması için ayaklanmış olmakla birlikte her iki durumda da oldugundan başka olmak ister.
 7- Yaşam, üstü kapanmamış bir yaradır.
 8- kendine ve insana yapılmış adaletsizlige başkaldırır kişi.
 9- Tarihi, bireylerin alçaklıgının koşullandırdıgı yasalar yönetir.
 10- Devrim, daha varolmayan insanı sevmek demektir.

1- Başkaldıran insan yaşamı degil, yaşamın nedenlerini ister. ölümün getirdigi sonucu yadsır.
 2-Hiçbir şey dogrulanmamışsa, ölen anlamdan yoksundur.
 3- Ölüme karşı savaşmak, yaşamın anlamını istemek, kural ve birlik için çarpışmak anlamına gelir.
 4- Başkaldırı körde olsa bir çiledir.
 5- Başkaldıran insan kutsala saldırıda bulunsa bile, bunu yeni bir tanrı umuduyla yapar.
 6- Başkaldırının kendisi degildir soylu olan,istegidir, elde ettigi daha igrenç bile olsa.
 7- Bir ilkeyi başarıya ulaştırmak için bir başka ilkeyi yıkmak gerekir.
 8- Her ahlaki bozukluk aynı zamanda siyasal bir bozulmadır, her siyasal bozulmada aynı zamanda bir ahlaki bozulmadır.
 9- Ahlak sadece biçimsel olunca ve belli bir içerikten uzak durunca,kemirir insanı.

1- Hükümet degişikligine başvurulmadan yapılan bir mülk yönetimi degişikligi devrim degil düzeltmedir.
 2- Başvurdugu yollar ister kanlı, ister barışçıl olsun aynı zamanda politik olarakta belirmeyen ekonomik devrim yoktur.
 3- Başkaldırı,yanlızca bireysel deneyimden düşünceye götüren devinimler, devrim ise tarihsel deneyime düşüncenin girişidir.
 4- Bir başkaldırı hareketinin tarihi her zaman için bir daha dönmemesiye olaylara baglanmanın bir ögretide, bir neden gerektirmeyen, karanlık bir karşı gelmenin tarihidir.
 5- Devrim, bir eylemi düşünceye göre biçimlendirme, dünyayı kuramsal bir çerçeveye uydurma çabasıdır.
 6- Başkaldırı insanları öldürür, devrimse hem insanları hem ilkeleri yokeder.
 7- Devrim ne denli genişsse, varsaydıgı savaş payıda o denli büyüktür.
 8- 1789′da çıkan toplum, Avrupa için dövüşmek ister; 1917′de dogan devrim de dünya egemenligi için dögüşür. Tümcü devrim dünya egemenligini ister sonunda.
 9- Kural erdemdir ve halktan geliyorsa anlamlıdır; Halk gevşeyince kural bulanıklaşır, baskı büyür.
 10- Erdem bile kargaşa zamanlarında cinayetle birleşir.

Başkaldıran İnsan – Bölüm-3
1- ilkeler zayıf düştümü, insanların onları, onlarla birlikte inançlarını kurtarabilmeleri için bir tek yol kalır, bu da Onlar için ölmektir.
 2- Büyük ilkeler temelsizse yada geçici bir egilimden başka bir şey dile getirmiyorsa, ya bozulmak yada zorla benimsetilmek için yapılmıştır. ister diktatörlük, ister bireysel yıldırıcılık olsun, ister devlet yıldırıcılıgı ,her ikiside aynı dogrulama yoksunluguyla dogrulanır, her ikiside başkaldırının köklerinden koptugu ,her türden somut aktörden yoksun kaldıgı andan sonra, yirminci yolun sapacagı bir yol olarak belirir.
 3- 20.yy devrimcileri, biçimsel erdem ilkelerini kesinlikle yıkan silahları Hegel’den almışlardır.
 4-”Yenen herzaman haklıdır.” 19.yy’lın en büyük ögretisinden çıkan ders budur işte.
 5-İnsan, varlıgını ve farklılıgını kesinlemek için yoksayan yaratıktır.
 6- İnsan usa uygun bir biçimde etkilenebilecek bir güçler düzeninden başka bir şey degildir.
 7- Rus yıldırıcılıgının tüm tarihi, bir avuç aydının sessiz halk önünde zorba bir yönetimle çarpışması olarak özetlenebilir.
 8- Gerçegi anlamış olan kimse ona karşı ayaklanmaz; ondan sevinç duyar.
 9- Bütün geçmişi yadsıyan kişi yanlız gelecekte bir dogrulama bulmaya boyun eger.
 10- Almanya, taşra işi bir politika düşüncesiyle bir imparatorluk savaşına girişdigi için çökmüştür.
 11-Faşizm horgörüdür, buna karşılık horgörünün her türü politikaya girdimi faşizmi hazırlar yada kurar. Faşizmin kendi kendini yadsımadıkça, başka bir şey olamayacagınıda eklemek gerekir.
 12- Devlet “aygıtla” yani fetih ve baskı mekanizmalarının bütünüyle özdeşleşir. Yurt içine yönelen fethin adı probaganda yada baskıdır, dışarıya dogru yöneltilince orduyu yaratır.böylece bütün sorunlar birer askerlik sorunu durumuna getirilmiş, güç ve etki terimleriyle kurulmuştur. Politikayıda yönetimin temel sorunlarınıda başkomutan kararlaştırır. Strateji konusunda yadsınamaz olan bu ilke sivil yaşamda da genelleştirlmiştir. Tek önder, tek halk, tek efendi milyonlarca köle demektir. Bütün toplumlarda özgürlügün güvencesi olan ara kurumların yerlerini ya sessiz yada (aynı şey) “slogan”lar haykıran kalabalıklar üzerinde egemen olan çizmeli bir “Yehuda”ya bırakır. önder ile halk arasına bir uzlaşma yada aracılık örgütü degil, “aygıt” yani baskı aracı olan parti yerleştirilir. Böylece bu düşük gizemciligin ilk ve tek ilkesi, yoksayıcılık dünyasına bir putatapıcılık ve bayagı bir kutsallık getiren “führerprenzip” dogar.
 13- Ufak üstün-insanlar bir kez cinayeti buyurmaya görsünler başkandan, yarbaşkana, yarbaşkandan daha ufagına derken cinayet köleye kadar iner, köle ise yanlız emir alır, kimseye emir vermez.
 14- Askerlik yasası emre uymamayı ölümle cezalandırır, onuruda köleliktir.
 15- Saltık dinamizm iyilige yönelmez, etkenlige yönelir yanlız. Düşmanlar bulundugu sürece, yıldırıda olacaktır; dinamizm varoldukça düşmanlarda bulunacaktır.
 16- Düşmanlar sapkındır, ögüt yada probaganda yardımıyla yola getirilmeli; engizisyon yada gestapo yardımıyla yok edilmelidir. Sonuçta şudur; insan partidense, füchrer!in hizmetinde bir araçtan, aygıtın bir çarkından; füchre’in düşmanıysa aygıtın bir tüketim ürününden başka bir şey degildir.
 17- Başkaldırıdan dogmuş olan usdışı atılım insanın bir çark olamamasını saglayan şeyi yani başkaldırının kendisini indirgemekten başka birşey düşünmez artık.
 18- Alman devrimcinin romantik bireyciligi, suçsuzlugunu en sonunda nesneler dünyasında giderir.
 19- Usdışı yıldırı insanları birer nesne Hitler’in deyimiyle birer “gezegen basili” durumuna getirir.
 20- Probaganda ile işkence, dolaysız bozup çürütme yollarıdır, düzenli düşkünleştirme, umursamaz cani ve suç ortaklıgı karışımıdır.
 21- Öldüren yada işkence eden kişi yanlız bir gölge görür başarısında; kendini suçsuz bulamaz,öyleyse yönsüz bir dünyada genel suçlulugun artık yanlız gücün kullanılmasını yasaya uygun kılması, yanlız başarıyı kutsaması için kurbanın kendisinden de suçlulugu yaratmalıdır.suçsuzluk düşüncesi suçsuzun içindende silinince, umutsu dünya üzerinde “güç degeri” egemen olur.
 22- Adalet savı adaletin aktörel bir dogrulanışı üzerine kurulmadımı adaletsizlikle suçlanır.bu dogrulanış olamadımı bir gün gelir suçta görev olur. iyilik ve kötülük yeniden zaman sokuldu mu olaylara karıştı mı hiçbir şey iyi yada kötü degildir artık ya zamansızdır yada zamanını doldurmuştur.
 23- Sosyalist ögreti bilimsel bir temeli varsayar, bunuda ancak aydınlar verebilir ona.
 24- Tarih, katillere alışkındır.
 25- Marks’çılıgın gerçekten bilimsel olan tek yanı söylenenleri daha baştan yadsıması, en çig çıkarları gün ışıgına çıkarmasıdır.
 

14 Aralık 2013

Andrey Tarkovski - Nostalghia "Bir delinin haykırışı"



İçimde hangi atam konuşuyor? Hem aklımda hem de bedenimde aynı anda ayrılamam.
Bu yüzden tek kişi olamıyorum. Kendimi aynı anda sayısız şey olarak hissedebiliyorum.
Fazla büyük usta kalmadı. Zamanımızın gerçek kötülüğü budur.
Kalbin yolları gölgelerle kaplanmış.
Yararsız görünen seslere kulak vermeliyiz. Okul duvarları, asfalt ve refah reklamlarının uzun kanalizasyon boruları ile dolu beyinlere böceklerin vızıltısı girmeli.
Her birimizin gözlerini ve kulaklarını büyük bir rüyanın başlangıcı olan şeylerle doldurmalıyız.
Birisi piramitleri yapacağımızı haykırmalı. Yapmamamızın bir önemi yok.
O isteği beslemeliyiz, ve ruhun köşelerini esnetmeliyiz sınırsız bir çarşaf gibi. Dünyanın ilerlemesiniz istiyorsanız el ele vermeliyiz. Sözüm ona sağlıklıları sözüm ona hastalarla karıştırmalıyız.
Siz sağlıklı olanlar!
Sağlığınız ne anlama gelir. İnsanoğlunun bütün gözleri, içine daldığımız çukura bakıyor.
Özgürlük faydasızdır, eğer gözlerimizin içine bakmaya yemeye, içmeye ve bizimle yatmaya cesaretiniz yoksa! Dünyayı yıkıntının eşiğine getirenler sözüm ona sağlıklı olanlardır.
İnsanoğlu dinle!
Senin içinde su, ateş ve sonra kül ve külün içindeki kemikler ve küller.
Kemikler ve küller!
Gerçekliğin içinde veya hayalimde değilken ben neredeyim?
İşte yeni anlaşmam : geceleri güneşli olmalı ve Ağustos'ta karlı.
Büyük şeyler sona erer küçük şeyler baki kalır. Toplum böylesine parçalanmaktansa yeniden bir araya gelmeli.
Sadece doğaya bak ve hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin. Bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz yanlış tarafa döndüğün noktaya. Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz suları kirletmeden.
Deli bir adam size kendinizden utanmanızı söylüyorsa ne biçim bir dünyadır burası!
Şimdi müzik.
Anne! Başının etrafında dolaşan ve sen güldükçe berraklaşan o hafif şey havaymış.
Müzik işe yaramıyor.
 

Mahatma Gandi 'Dua'

Tanrım,
Güçlülerin yüzüne gerçeği söylemek için ve zayıfların alkışını ve sevgisini kazanmak için ve yalan söylememek için bana yardım et.
Eğer bana para verirsen mutluluğumu alma ve eğer bana güçler verirsen muhakeme yeteneğimi çıkarma.
Eğer başarı verirsen alçak gönüllüğü çıkarma.
Eğer bana alçak gönüllüğü verirsen saygınlığımı çıkarma.
Görünenin diğer yüzünü tanımama yardım et.
Benim düşüncelerime katılmıyor diye bana karşı olanları hainlikle suçlayarak, onların karşısında suçlu duruma düşmeme izin verme.
Kendimi sever gibi diğerlerini de sevmeyi ve diğerlerini yargılıyormuş gibi kendimi de yargılamayı öğret bana.
Başarılı olduğum zaman sarhoşluğuma izin verme.
Ne de başarısız olursam olayım, umutsuzluğa düşmeme izin verme.
Daha ziyade, başarısızlığı başarının öncesindeki bir deneme olduğunu hatırlamamı sağla.
Hoşgörünün, güçlerin en büyüğü olduğunu ve intikam arzusunun zayıflığın ilk görünüşü olduğunu öğret bana.
Eğer paradan yoksun bırakırsan, bana umudu bırak.
Ve eğer beni başarıdan yoksun bırakırsan, başarısızlığı yenebilmek için irade gücünü bırak bana .
Eğer beni sağlık bağışından yoksun bırakırsan, inancın lütfunu bana bırak.
Eğer insanlara zarar verirsem, özür dileme gücünü ver bana .
Ve eğer insanlar bana zarar verirse, affetme ve merhamet gücünü ver bana.
Tanrım, Eğer ben seni unutursam sen beni unutma...

08 Aralık 2013

Ağaç - Cahit Irgat

Ağacım, dört kol çengi kıyamet
Her dalımda bir memleket
Uzar kollarım uzar
Taşımda toprağımda bereket
Köklerimden başlar hürriyet
Bana çarptıkça anlar
Yağmur yağmur olduğunu
Rüzgâr, rüzgâr.

Taşımda toprağımda kıyamet
Köklerimden başlar hürriyet.


Goethe - Kendiyle Barışmak

Acılara gebedir tutkular! – Kim yatıştırabilir
Çok şeyler yitirmiş bir yüreğin ürkekliğini?
Hızlı uçup giden zamanlar, şimdi nerededir?
Boşunadır artık en güzelin sana nasipliği!
Bulanıktır ruh, karmakarışıktır başlangıçlar;
Dünyanın yüceliğini de algılamaz olur duyular!

İşte o anda yükselir müzik, melek kanatlarının titreşimleriyle,
Milyonlarca ve milyonlarca ezgiden oluşma bir örgü gibi,
Alabildiğine sızmaya başlar insanın bütün benliğine,
Doldurur içine sonrasız bir güzelliği;
Bir hazza dalar gözler, algılar yüce bir özlemle,
Hem ezgilerin, hem de gözyaşlarının kutsal değerini.

Ve böylece rahatlayan çarpıntılı yürek hisseder ki,
Yaşamaktadır, çarpmaktadır ve çarpmak ister hâlâ,
O olağanüstü cömert armağana içten teşekkürlerini,
Sunmak için kendi kendini yanıtlarcasına.
İşte o anda – ah, hep sürebilse ne olurdu! –
Yaşanmıştır artık müziğin ve aşkın çifte mutluluğu.

05 Aralık 2013

5 Aralık 1934’te Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkını Sağlayan Büyük Devrimci Mustafa Kemal Atatürk’e Saygı İle


Edip Cansever - Flaş

Hava poyrazladı yağmur yağacak
 Yanıp yanıp sönüyor ışıklandırılmış gözlerin
 Yukarda
 Küle gömülmüş bir elma gibi gökyüzü
 Patladı patlayacak
 Olanca hışmıyla kentin.
 Sensin
 Akıyor ön dişlerin beyaz beyaz yanıma
 Her şey rengine göre kanar bilirsin
 Tırnakların pembeye boyanmış bir koy gibi
 Pespembe kanar
 Ve herbir renkte kanayan gözlerin
 Çınlatır Eluard’ın mısralarını orada
“İçinde uçtuğum gözlerin
 Yolların gidişine
 Dünyanın dışında bir anlam verdi.”
Demek oluyor ki bu dünyada olmak öyle derin
 Öylesine anlamlı ki insan
 Bizse bu anlamın işçilerinden ikisi
 Yağmur yağacak.
 Yarı karanlık odamız, üstelik soğuk
 Isıtıcı bir soğuk bu, değişik
 Sensin, bir yüzümde geziniyor şimdi yüzün
 Bir elimizdeki kitaplarda
Şiirler okuyoruz bugün
 Limanlık bir deniz gibi kıpırtısız önümüzdeki taş masa
 Uykuya yatmış gibi bütün balıklar
 Gemileri kaptansız tayfasız
 Gidip gidip geliyor kimi zaman da
 Anayurduna dağlara
Şiirler okuyoruz bugün.
 Yaşlandık da ondan mı
Susarak katlanıyoruz her mutsuzluğa
 Saatlendiriyoruz günü
 Bölüyoruz dakikalara
 Bir hiç oluncaya kadar bölüyoruz onu.
 Bölüyoruz yani bütün mutsuzluklara
 Bir yaprak saniyesi geçiyor usul usul
 Penceremizden
 Mavi mavi hatmiler parlıyor dışarıda
 Dışarıda küçük bahçemizde
 Ayak izleri gibi gökyüzünün
 Hatmiler
 Bırakıyoruz bu sessiz uyuma kendimizi
 Derken bir mavi damar, bir dudak büküş
 İyi anlaşılamayan bir ses sokaktaki
 Çırpına çırpına yükselen duman
 Bir tutam saçın öne düşüşü
 Sanki bir sardunya bir yaz boyu ne kadarcık uzarsa
 Kaça alınırsa bir tükenmez kalem
 Doluyor içimize öyle
 Hayatın birdenbire anlaşılması gibi bir duygu gürültüsü
 Yağmur yağacak.
 Yaşını çoktan aştım Orhan Veli’nin
 Ölümle duruyorsa eğer yaşlanmak
 Onun bir sonbahar yağmuruna gömülü ölüsü
 Yağdı yağacak
“Ölünce kirlerimizden temizlenir
 Ölünce biz de iyi adam oluruz...”
Sade ve ince
 Dünyaya uzun parmaklarıyla dokundu dokunacak.
 Yorulduğun zaman söyle
 Susalım, hiç konuşmayalım istersen
 Sussak da, hiç konuşmasak da, sözlerin senin
 Açık denizler gibidir zaten elimde
 Her zaman ama her zaman bir kıyıyı sezdiren
 Hatırlıyorum da kelimelerini bir bir:
Şairlerin flaşları kalpleridir
 Dışarıya da parlamalı biraz
 Kaldı ki ben içimde gezinmekten yoruldum
 Sensin, iyi anlarsın beni
 Gözlerine başka türlü bakıyorum
 Ben bütün gözlere başka türlü bakıyorum şimdi
 Nemli bir tülbent olup buğulanıyor
 Ve yaslı ve mahzun
 Ve devrilmiş bir boya kabı gibi de yoğun
 Memleketimin gözleri
 Yağmur yağacak.
 Öyle bir yağmur ki bu, bilirsin
 Dam saçak demeyecek, yağacak
 Yağacak bir hışım gibi canevine kentin
 Kalplerimiz küle gömülmüş elmalar gibi
 Patladı patlayacak
 Alacak sonunda kendi rengini.

Michel de Montaigne - Denemeler

   Kendinden söz etmeyi kötü görmek, yasak etmek adet olmuştur; çünkü kendinden bahsetmek her zaman kendini övmek gibi görünür. Kendini övmekse herkesin zıddına gider. Ama kendinden söz etmeyi yasak etmek, çocuğun burnunu silecek yerde, burnunu koparmak olur.
TIK

Ahmet Hamdi Tanpınar - Zaman Kırıntıları

Biz, zaman kırıntıları,
Zaman sinekleri,
Tozlu camlarında günlerin sessiz kanat çırpanlar
Ve lüzumsuz görenler artık
Bu aydınlıkta kendi gölgelerini!
Sanki siyah, simsiyah taşlar içinde
Siyah, simsiyah kovuklarda yaşadık biz,
Sanki hiç görmedik birbirimizi,
Sanki hiç tanışmadık!
Dünya bize öyle kapattı kendisini…

Neye yarar hatırlamak,
Neye yarar bu cılız ışıklı bahçelerde
Hatırlamak geçmiş şeyleri,
Bu beyhude akşam bahçesinde
Kapanırken üstümüze böyle
Zaman çemberi
Hatırlıyor yetmez mi
Güneşe uzanan ellerimiz!

Aynalar sonsuz boşluğa
Çoktan salıverdi çehremizi,
Yüzüyoruz,
İpi kopmuş uçurtmalar gibi.
Biz uzak seyircisi bu aydınlık oyunun,
Birdenbire bulanlar içlerinde
Gülüncün sırrını,
Ne kadar benziyoruz şimdi,
Aynı tezgâhtan çıkmış testilere
Bir şey, bir şey kaldırdı bütün ayrılıkları!

Baksak aynalara
Tanır mıyız kendimizi,
Tanır mıyız bu kaskatı
Bu zalim inkârın arasından
Sevdiklerimizi.

Ben zamanı gördüm,
İçimde ve dışımda sessiz çalışıyordu,
Bir mezar böyle kazılırdı ancak,
Yıldırımsız ve baltasız,
Bir orman böyle devrildi!
Ben zamanı gördüm,
Kaç bakışta bozdu hayalimi,
Ve kaç düşüncede!
Ben zamanı gördüm,
Şimşek gibi bir ânın uçurumunda.

Kim tanır bizi şimden sonra,
Aydınlığı kıt gecemize
Misafir olanlardan başka;
Kuru tahta üstünde bizimle
Paylaşanlar günlerimizi
Ve benim gözlerimle bakanlar güneşe
Ancak tanır bizi
Mor çemberlerin uçuştuğu akşam sularından!
Akşamın tek bir ağaç gibi
Dal budak saldığı sular
Çocukluk rüyalarının bahçesi!
Sakın kimse el sürmesin dallara,
Yapraklar, meyvalar olduğu gibi kalsın
Benim uykum boyunca!

Ben zamanı gördüm,
Devrilmiş sütunları arasından
Çok eski bir sarayın
Alnında mor salkımlar vardı
Ve ilâhlar kadar güzeldi.
Uçmak için kanatlanmayı bekleyen
Yavru kuş gibi doğduğu kayada
Ben zamanı gördüm
Çırpınırken avuçlarımda.

Bak martılar kanat çırpıyor sana
Bir rüyadan kopmuş gibi bembeyaz
Yelkovan kuşları yalıyor suyu,
Sen ki bakışından yumuşak bir yaz
Gülümser en yeşil gecesinden
Ve sesin durmadan, durmadan örer,
Yıldız yosunu bir uykuyu…
Bak, martılar kanat çırpıyor sana.

Süzülen yelkenler var enginde,
Dalgalar var, güneş var.
Güneş ayna ayna, güneş pul pul
Güneş saçlarınla oynar
Omzundan tutar giydirir seni,
Sırtında tül olur belinde kemer
Boynunda inci
Ve dişlerinin zâlim çocuk sevinci
Birden Tanrılaşırsın genç adımlarında
Mevsimler önünde çözer yükünü
Bahçeler yığılır eteklerine!
Rüya ile
Hayal arasında
Hayal ile
Hakikat arasında
Yalnız sen varsın!
Gece ile
Gündüz arasında
Güneşle
Göz arasında
Yalnız sen varsın!

Niçin sen yaratmadın bu dünyayı?
Ellerinin mesut işaretlerinden
Daha güzel doğardı eşya!
Daha zengin olurdu aydınlık
Kendi karanlığından çağırsaydı sesin,
Sular başka türlü akardı
Sert kayalardan göklere doğru
Büyük, mavi, aydınlık sular!

Eğilme sakın üstüne
Kendi yeşilinde boğulmuş havuzların,
Ve bırakma saçlarını tarasın rüzgâr,
Durmadan çukurlaşan bu aynada!
Bilinmez hangi uzaklara götürür seni
Dudak dudağa öpüştüğün hayal!
Sokma güneşle arana,
İmkânsızın parıltısını!
Ve tanımadan, hiç tanımadan sev insanları!
Değişmenin ebedî olduğu yerde
Güzeldir hayat!

Ne kadar uzak, uzak
Yollardan gelir bize
Ve çok yabancı bir şey gibi sevinçlerimiz,
Keder durmadan çiçek açar içimizde.
Ne çıkar unuttuk hepsini!

Biz ki boş yere gerilmişiz anladık artık,
Yıldızların amansız çarkına
Ve boş yere sızlamış kemiklerimiz,
Bilmiyoruz şimdi, mevsim yaz mı, bahar mı
Bahçelerde hâlâ güller açar mı,
Bilmiyoruz, kadınlar, kızlar,
Şarkılar masallar var mı?
Gece ile gündüz,
Acıdan kaskatı kesilmiş yüz,
Uykusuzluktan harap göz,
Öpüşen dudaklar,
Çözülmeye razı olmayan eller var mı?
Ayrılık var mı gurbet var mı?
Biz beyhude yere gecikenler,
Çoktan bitmiş bir yolun ucunda
Bilmiyoruz şimdi ıssız gecede
Ne yapar ne eder,
Gidip de gelmeyenler,
Beyhude bekleyenler!
Biz ayın çıplak arsasında
Savrulan zaman kırıntıları.
Nerden bilelim bunları!