22 Aralık 2012

Toprak Ana - Cengiz Aytmatov

Cengiz Aytmatov, Toprak Ana romanında erkekleri askere alınan bozkırın ortasındaki bir Kırgız köyünde geride kalanların çektiği sıkıntıları anlatıyor. Eldeki yetersiz yiyeceğin muhtaç olandan başlanarak dağıtılması, dört gözle beklenen hasat zamanları, umutların hasat zamanına ertelenmesi, savaş yüzünden ürünün hemen hepsinin merkezden istenmesi, boşa çıkan umutlar, yine açlık, sefalet, bir yandan cepheden gelen ölüm haberleri, umutsuz bekleyişler, savaşın uzun sürmesi üzerine aşağı çekilen cepheye çağrılma yaşı, anaların evlatlarını bir bir askere göndermesi, ayrılıklar, gözyaşları... Yani tek kelimeyle ve bütün zulmetiyle; savaş. Cengiz Aytmatov, o her zamanki berrak ve akıcı üslûbuyla bizleri, adeta insanları öğütür gibi harcayan savaş düzeneğinin yarattığı trajedilerle sarsıyor.
 
 Seçilmiş sözler
 
Mutluluk, benim anladığım gerçek mutluluk, yaz yağmuruna benzemez, umulmadık anda birdenbire boşanmaz insanın tepesinden. Azar azar gelir, insanın hayata ve çevresine karşı davranışları getirir mutluluğu, azar azar, birike birike. Gerçek mutluluk böyle doğar…

Gerçek mutluluk, yavaş yavaş, azar azar gelir ve bu bizim hayata bakış açımızla doğrudan doğruya ilgili ve orantılıdır. Mutluluk, birbirini tamamlayan ufak tefek şeylerin birikmesinden doğuyor...

Mutluluk, yaz yağmuruna benzemez.
Umulmadık anda birden bire
boşanmaz insanın tepesinden.
Azar azar gelir.
İnsanın hayata ve çevresine karşı
davranışları getirir mutluluğu,
Azar azar birike birike.
Gerçek mutluluk böyle doğar.

İyilik, yola düşen, yoldan toplanan bir şey değildir. Tesadüfen ele geçen bir şey de değildir. İnsan iyiliği ancak başka bir insandan öğrenir...

Demiri nasıl tavında dövmek gerekiyorsa, çekiç darbelerini nasıl soğutmadan indirmek gerekiyorsa her kelimeyi de öyle tam zamanında söylemek gerekiyordu. O anı geçince söz soğuyor, katılaşıyor, insanın yüreğine taş gibi oturuyor ve bu ağırlığı kaldırıp atmak hiç de kolay olmuyordu...

Bir ananın mutluluğu milletin mutluluğundan doğuyor, aynı kökten olan ağacın dalları gibi bir kökten geliyor...

Bazıları uğradıkları felaketi pek çabuk unutarak yeni bir yola girmekte hiç tereddüt etmediler. Bazıları ise geçmişten kopamadı, kopma gücünü kendinde bulamadı ve umutsuzca çırpınıp durdu olduğu yerde. Aliman işte bu sonunculardan idi. Olanları unutamıyor, yazgısını kabul edemiyordu. Bana gelince bağışlanmaz bir hata işlediğimi söyleyebilirim: Zayıf olduğum için acıma hissimi yenemedim...

Bak Tolgonay, sen ve ben kim idik? Halkımız sayesinde büyüyüp adam olmadık mı? Öyleyse iyi ve kara günlerde beraber olacağız, mutluluğu da felaketi de paylaşmasını bileceğiz. Her şey yolundayken biz de halimizden memnunduk, şimdi bir felaketle karşı karşıya isek, herkes kendi başının çaresine baksın diyemeyiz ya.

 Geleceğin ne getireceğini kimse bilemezdi ve şimdi olanları düşünüp üzülmenin de hiçbir yararı yoktu. Önemli olan sonundaki zaferi kazanmaktı.
 Bir insanın kaderi, dağdaki patika gibidir: bazen çıkar, bazen iner, bazen de dibi görünmeyen bir uçurumun başına gelip durur.Insan tek başına böyle bir yolda ilerleyemez ama birleşenler, birbirine omuz verenler her engeli aşarlar.

 İşin en korkunç yanı, çocukların neden aç kaldıklarını, niçin yiyecek bulamadıklarını anlayamaması.